Güvenoyu Kaç Milletvekili? — İktidarın Ontolojisi Üzerine Felsefi Bir Deneme
Felsefe, her zaman gücün doğasını, bilginin sınırlarını ve varlığın anlamını sorgulayan bir alan olmuştur. Güvenoyu kavramı da, bu üç alanda –etik, epistemoloji ve ontoloji– derin bir çözümlemeyi hak eder. “Güvenoyu kaç milletvekiliyle alınır?” sorusu, sadece bir anayasal teknik mesele değil; aynı zamanda iktidarın meşruiyeti, toplumun rızası ve temsilin anlamı üzerine kadim bir sorgulamadır.
Etik Perspektif: Güvenin Sayıya Dönüşmesi
Etik açıdan güvenoyu, bir erdem sorunudur. “Güven” sözcüğü, özünde bir ahlaki bağlam taşır; çünkü birine güvenmek, onun sözünün doğru olduğuna, eylemlerinin adil olacağına inanmak demektir. Fakat bu inanç, parlamentoda milletvekili sayısına indirgenir.
Burada felsefi bir gerilim belirir: Güven, ahlaki bir tutumken; güvenoyu, matematiksel bir işlemdir. 301 oyla alınan bir güvenoyu, gerçekten “güven” anlamına gelir mi? Sayılarla ölçülen bir inanç, ahlaki değerini yitirir mi?
Etik açısından, güvenoyu bir toplumun vicdanının meclis kürsüsünde şekil almasıdır. Eğer vekillerin oyu kişisel çıkar, partisel sadakat veya korku ile yönlenmişse; alınan güvenoyu, sadece nicel bir sonuçtur — niteliksel bir anlamı yoktur.
Epistemolojik Perspektif: Bilginin Gücü mü, Gücün Bilgisi mi?
Epistemoloji açısından güvenoyu, bilginin meşruiyetine dair bir sınavdır. Milletvekilleri kimi zaman bilgiye dayanarak değil, inandırmaya maruz kalarak karar verirler. Bu durum, “doğruyu bilmek” ile “doğruyu hissetmek” arasındaki farkı görünür kılar.
Bir filozofun gözünden bakıldığında, güvenoyu; epistemik bir yanılsama da olabilir. Çünkü iktidar, bilgi üretme gücüne sahiptir. Dolayısıyla, bir hükümete güvenoyu verilmesi, aslında onun bilgi üzerindeki hakimiyetinin onaylanmasıdır.
Bu noktada şu soru belirir: “Gerçekten mi güveniyoruz, yoksa bize anlatılan hikâyeye mi?”
Bilginin politik bir araç haline geldiği çağda, epistemoloji artık soyut bir felsefe dalı değil, siyasal gerçekliğin belirleyicisidir. Güvenoyu, sadece bir oylama değil, bilginin meşruiyetine dair kolektif bir karardır.
Ontolojik Perspektif: Gücün Varlığı ve Meşruiyetin Kaynağı
Ontolojik açıdan güvenoyu, varlığın bir biçimidir. Bir hükümetin var olabilmesi, oy çoğunluğuna bağlıdır. Yani iktidarın varlığı, sayısal bir eşiğe indirgenir: 301 milletvekili. Bu sayı, iktidarın ontolojik zemini olur — o olmadan iktidar, sadece bir “tasarı” olarak kalır.
Burada ontolojik bir paradoks doğar: İktidarın varlığı, kendinden değil, başkalarının onayından kaynaklanır. Bu, varlığın kendi kendine yetmezliğini gösterir. Bir filozof için bu, “iktidarın varoluşsal bağımlılığı” anlamına gelir.
Peki, o zaman iktidar gerçekten “var” mıdır? Yoksa yalnızca oy çokluğu süresince “varmış gibi” mi davranır? Bu, siyaset felsefesinin kalbinde yatan en temel sorulardan biridir.
Sayının Ahlakı ve Siyasetin Ontolojisi
Güvenoyu kaç milletvekiliyle alınır sorusu, görünürde basit bir teknik sorudur: Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 600 milletvekili bulunur ve hükümetin güvenoyu alabilmesi için 301 oy gerekir. Fakat bu teknik cevap, felsefi anlamını gizler. Çünkü her sayı, bir anlam taşır.
301, sadece bir çoğunluk değil; bir toplumun kimin yönetmeye layık olduğuna dair ontolojik kararıdır.
Her oy, varlığın bir onayıdır — tıpkı Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” deyişini siyasal düzlemde yeniden kurmak gibidir: “Oy veriyorum, öyleyse yönetiyorsun.”
Düşünsel Sorgulama: Sayı mı, Anlam mı?
Bu noktada okuyucuya şu sorular yöneltilmeli:
– Güvenoyu, gerçekten bir güvenin göstergesi midir, yoksa güç dengelerinin matematiksel sonucumu?
– Bir hükümete güvenoyu verilmesi, onun etik olarak doğru olduğunu mu gösterir?
– 301 oyla varlık kazanan bir iktidar, 300 oyla yok olur mu? Eğer öyleyse, varlık bu kadar kırılgansa, meşruiyet gerçekten neye dayanır?
Sonuç: Güvenin Ontolojisi Üzerine
Felsefi olarak güvenoyu, bir toplumun kendi kendine yönelttiği sorudur: “Kime, neden ve ne kadar güveniyoruz?” Bu soru, hem etik hem epistemolojik hem de ontolojik bir derinlik taşır.
Belki de güvenoyu, aslında hükümetlere değil, kendimize verdiğimiz bir onaydır.
Çünkü iktidara güvenmek, en temelde insanın kendi yargısına güvenmesidir.
Ve belki de asıl mesele şudur: Gerçek güven, sayılarda değil, bilgelikte ölçülür.